Münevver Özgenç yazdı: “Sana gönül borcum var.” MERSİN
“…Doğma büyüme Mersinlileri bilmem ama; Bizim gibi dışarıdan gelip te bu kentte yeniden hayat bulanlar, ekmeğini yiyenler daha çok sahip çıkmalı bana göre Mersin’e. Yaşayıp gönendiği şehre bağlılık adına, vefa adına: Kıyısına, denizine. Kayıp giden zenginliklerine. Toprağına, bahçesine. Ve adını bu ülkenin kurucusundan alan Atatürk Parkı’na…”
MÜNEVVER ÖZGENÇ
1982 sonbaharıydı; Eylül olmalı.
Mersin’i ilk görüşüm. Ayıptır söylemesi, denizi de.
Siyasi tutuklu bir canımızla görüşme amaçlı idi gelişimiz.
Gündüzünden bir şey anlamasam da alışık olmadığım nemli, çok sıcak bir akşam ve bir uçtan bir uca insan kaynayan bir park olmuştu, o bir günlük ziyaretten Mersin’e dair aklımda kalan;
Atatürk Parkı imiş. Sanırım Festival günlerine denk gelmiştik.
Bir de ilk kez dinlediğim bir şarkı; unutamadığım.” Bir tek dileğim var, mutlu ol yeter” En şöhretli yıllarıydı İbrahim Tatlıses’in.
Etkilenmiştim, gezinen sakin ve mutlu insan kalabalığından ve her köşeden yüksek perdeden yükselen o şarkıdan.
Mutluluk: Yirmili yıllarımızda elimizden alınan, hevesi kursağımızda kalan… Yaşadığımız ilçede; darbe günlerinin en koyu karanlığında öyle uzaktı ki bize!
12 Eylül’ün işsizlik, yokluk, zorluklarla dolu üzerimizdeki ağırlığı sürecekti daha da! Hem biz, hem ülkemiz açısından.
O askeri-faşist darbe ki her şeyi ile bugün başımıza çöreklenen karanlığın ve tüm yıkımların baş mimarı!
Dört yıl sonra, bu kez geri dönmemecesine geldik Mersin’e; aynı mevsimde.
Tanımadığımız bir şehirde, gurbete karşılık bir ödül gibiydi bizim için Atatürk Parkı.
En sıkıntılı, en umutsuz günlerimizde kendimizi attığımız. Dertlerimizi unutup nefes bulduğumuz.
Memleketten gelen misafirlerimizi getirdiğimiz ilk durak.
Çocuklarımızı eğlendirdiğimiz eski yerindeki Lunapark.
Eğlence niyetine gidebildiğimiz tek yer.
Yaşama yeniden tutunma kavgamızda kucak açan bir dost, sırdaş; bir tanık.
Yaban elde, çalacak bir kapısı olmayanlar için bir parktan daha fazlası.
Hâlâ, her önünden geçişimde başımı çevirip o günleri anarım mutlaka.
Demek istediğim, hatırı büyüktür gözümde Atatürk Parkının.
Bu kente sevgim, minnetim ise bambaşka… Ne var ki şimdilerde o darda!
Meğer, doymak bilmeyen küresel sermaye göz koymuş bizim parka;
Limanı genişleteceklermiş, bu yandan tarafa!
Yine, Mersin’in bağrından sökülüp getirilecek on binlerce taşla denizini doldurarak.
O parkta yaşanmışlıkların, düş kırıklıklarının, nice sevdalı, sevinçli, hüzünlü anıların izini silip;
Böylece, bir şehrin beleğini karartarak.
Gelecek kuşaklar için emanet, yaşam ve nefes alanımız; yeşilli- mavili bir güzelliğe kıyarak!
Doğma büyüme Mersinlileri bilmem ama;
Bizim gibi dışarıdan gelip te bu kentte yeniden hayat bulanlar, ekmeğini yiyenler daha çok sahip çıkmalı bana göre Mersin’e. Yaşayıp gönendiği şehre bağlılık adına, vefa adına:
Kıyısına, denizine
Kayıp giden zenginliklerine
Toprağına, bahçesine
Ve adını bu ülkenin kurucusundan alan Atatürk Parkı’na.
Hepimiz, sahip çıkmalıyız hepsine!
Dört tarafından diş geçirilmek istenen, her seferinde bir yerinden hançerlenen Mersin’e.
Kendi adıma, hep söylediğim gibi, her zaman için:
“Sana gönül borcum var
Ödemek kolay değil…”